Bu Hayalim Tüm Şehirler İçin...

Ayşe Köse Badur*

İstanbul’da doğdum ve büyürken gözlerimi bir kamera gibi kullanarak onu hafızama kaydetmeye çalıştım. Bir örnek vermek gerekirse, 1980’lerde Zincirlikuyu’na yerleştirilmiş olan İlhan Koman’ın Akdeniz heykeli bir çocuk olarak beni hem kendine çeker hem de biraz ürkütürdü. Emirgan ya da Yıldız’daki kasırlar ve özellikle camla çevirilmiş kış bahçeleri, henüz lale sezonlarının olmadığı zamanlarda da çocukların özgürce oynadığı eşsiz mekanlardı. Yaz akşamlarında Boğaz’ın güçlü akıntısına eşlik edilerek yapılan aile yürüyüşlerinde kalabalık ama telaşsız vakitleri yaşama şansına sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldum. Üniversitede öğrenciyken tam kent trafiğinin içinden geçen uzun otobüs yolculukları sırasında neden boğaz hattında yeterince vapur yok diye hayıflanırdım; hala da hayıflanıyorum. Eminönü’nden Beyazıt’a mutlaka yürüyerek çıkar, Mercan’daki esnaf yoğunluğunun arasından geçerken merakla o eski hanların ticaretin gölgesinde kalmış yüzüne bakardım. Bazı akşamüstleri de Kapalı Çarşı’dan iner yine vitrinleri ışıl ışıl tarihi çarşıdan geçerek evin yolunu tutardım. Çalışma hayatına öğrencilik yıllarımda İktisadi Kalkınma Vakfı’nda çalışmaya başladım. Ancak elbette pek çok üniversite öğrencisi gibi İstiklal Caddesi’ndeki kitapçılar, serge salonları, film festivalinin düzenlendiği eski sinemalar, lokanta ve büfeler derslerden arta kalan zamanlarda vaktimizin geçtiği yerler arasında idi. Taksim demişken, çocukluktan yetişkinliğe tiyatro, konser ve opera ile tanıştığımız ve o büyük merdivenlerinden çıkarken nefesimizin kesildiği Atatürk Kültür Merkezi’ni unutmamalı. Ünversiteden sonra çeşitli görevler aldığım özel sektör ve medya alanında İstanbul’un birbirinden farklı mahallelerini ve iş sahalarını gördüm. Kentin ne denli farklı coğrafi, toplumsal ve ekonomik çeşitliliğe sahip olduğunu bu sefer de farklı bir algılayış ve sorgulayışla hafızama kaydettim. Birbirinden farklı ne çok İstanbul vardı…  Yüksek lisans ve doktora çalışmalarımı yürüttüğüm Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü sanırım dünyanın en güzel üniversite kampüslerinden birisidir. İlk göz ağrım İstanbul Üniversitesi ve Osmanlı’nın Harbiye Nezaretliği’nden ‘68 öğrenci hareketine dek pek çok anı ile süslü bahçesi şüphesiz ki ayrıdır. Boğaziçi Üniversitesi de öğrencilere sunduğu farklı bir eğitim anlayışı ve liberal ortamı ile gençlere yine farklı bir İstanbul deneyimi yaşatıyordu. Beş yıldır çalıştığım İstanbul Politikalar Merkezi ile yine Karaköy’e, bir başka deyişle eski İstanbul’a geri döndüm. Pera’nın eteklerinde Galata’nın gölgesinde, ticaretin tatlı telaşına ortak olarak kentin yüreğinde kentleşme üzerine çalışıyorum.
Bu şehir için benim de umudum, benim de hayallerim var. Aslında bu hayal tüm şehirler için geçerlidir… Şehir dediğimiz sosyal ve coğrafi mekan Antik Yunan’dan ve kadim Mezopotamya’dan bugüne dek insanlara farklı kimlikler ve faaliyetler içinde birarada yaşamayı öğretmiştir.  Benim hayalim, kentin içinde oluşan bu kıymetli deneyimi kaybetmeden, kentin büyümesi ve kalkınması için en erdemli yöntemlerin kullanılacağı kentsel yönetim anlayışına doğru yol almaktır.

*İstanbul Politikalar Merkezi / Kentleşme ve Yerel Yönetişim Koordinatörü